Yıl 2000’ler, ben lise birinci sınıftayım. Türk Dili ve Edebiyatı dersi için okunması için verilen bir kitaptı İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası. Ve bu kitap o günlerde üzerimde en fazla etki bırakan romandı. 2019 yılında bu romanı okuma listeme aldım ve tekrar okumaya karar verdim.
Kısaca Puslu Kıtalar Atlası
İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabıdır Puslu Kıtalar Atlası ve 1995’te okuyucularıyla buluşmuştur. 17. yüzyılın sonlarıdır. Romanı okurken İstanbul’u ve İstanbul’da yaşayan birbirinden apayrı karakterlerin hayatını yaşatıyor. Bu apayrı karakterlerin farklı hikayeleri vardı. Kendimi bir anda bambaşka bir hikayenin içinde buluyordum ve bu hikayedeki karakterleri derinlemesine tanıyabiliyordum. Öte yandan bu hikayelerin hiçbiri kendi başına kalmıyordu, hepsinin yolu bir şekilde zamanının çoğunu uyuyarak ve düşleyerek dünyayı gezen Uzun İhsan’ın oğlu Bünyamin ile kesişiyordu.
Osmanlı Dönemi’nin, sokaklarını, loncalarını, meyhanelerini gezdiğimiz bu romanda, farklı duyguları ve hayatları yaşıyoruz. Yemeğe düşkünlüğü sebebiyle kariyerine lağımcı olarak devam eden Vardapet, alkol bağımlısıyken insan vücuduna merakı sebebiyle önce dişçi sonra cerrah olan ve çoğunlukla korku içinde yaşayan Kubelik, bilgiye açlığı ve hırsıyla tanıdığımız Ebrehe, uyuyamayan çocuğumuz Alibaz, başına defalarca yıldırım çarptığı için uğursuzluğundan korkulan Dertli bunların bir kısmı.
Bu kitabı okurken, 400 sene öncesinde geçen bir masalın içinde kaybolabilirsiniz.
Tekrar Okudum, Çünkü…
Uzun dönemdir referans kitap, İngilizce kitap okurken ciddi bir boşluğa düştüm. Beni mutlu edecek ve beklentimi karşılayacak modern dönemde yazılmış bir edebiyat eseri arıyordum, ama isteğime yönelik bir şey bulmak beni zorluyor. Hele artık tamamen e-kitap’a dönmek isterken, Türkçe kitapların e-kitap dönüşümü konusundaki fakirliği iyiden iyiye beni dilimde yazılmış kitaplardan uzaklaştırdı.
Yaklaşık iki senedir aklıma geliyor, Puslu Kıtalar Atlası ne güzel kitaptı diye. İkinci kez okuyacak kadar güzel miydi diye sorguladım. Hayatımda bugüne kadar sadece iki kez ders sebebiyle bir romanı ikinci kez okumuştum. (Elbette referans kitapları bu kategoride saymıyorum.)
İlk defa bir romanı ikinci kez okumak biraz da İlber Ortaylı vesilesiyle oldu. Kendisiyle yapılan söyleşi kitaplaştırılmış ve “Bir Ömür Nasıl Yaşanır?” olarak bizlere sunulmuştu. Her fikrine katılmasam da bu kitapta İlber Hoca ufkumu açtı diyebilirim, okumamış olana da tavsiye ederim. Okuyanlar bu kitapta modern Türk Edebiyatı’na olan eleştiriyi de görecektir. Bugünün yazarları artık güzel Türkçe’mize eski özeni göstermiyor ve Türkçe’yi doğru kullanmıyor diye eleştirisi var. Özellikle her sosyal medya fenomeninin çıkardığı ve çok sattığı bir dönemde Türkçe’yi iyi kullanmanın değil popüleritenin değeri artmış görünüyor. Elbette aralarında çok iyi yazanlar da vardır, onları hariç tutarım. İşte böyle bir dönemde modern zamanda iyi yazar bulmak, Türkçe’yi doğru kullanan birini okumak çok zor. İlber Ortaylı bu konuda İhsan Oktay Anar’ı özellikle Puslu Kıtalar Atlası’nı takdir etmiştir. Ayrıca Puslu Kıtalar Atlası’nın İhsan Oktay Onar’ın en iyi eseri olduğunu belirtmiştir.
Bir Parça Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası’nı okurken düş dünyanıza güzel bir de eşlik ediyor. Uzun İhsan’ın beğendiğim iki sözüyle bu yazıyı sonlandırmak isterim.
Çünkü her baba oğluna bir şeyler öğretmek, ona doğru ve gerçek olanı göstermek ister. Oysa benim sana, düşlerimden başka verebilecek bir şeyim yoktu.
Uzun İhsan – Puslu Kıtalar Atlası
“Düş görüyorum. Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım. Varım ama ben kimim?”
Uzun İhsan – Puslu Kıtalar Atlası